Türkiye Cumhuriyeti kadınları eşitlik haklarını örgütlenerek ve bilinçlenerek geri alacaktır
Jale ÖZER (İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı)
5 Aralık 1934 senesinde kabul edilen “Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı” tanıyan ve yurdumuzun çağdaş uygarlık seviyesine çıkması için çok önemli olan devrim yasasının 86. yılında Türkiye’de kadının yeri nerededir?
Osmanlı Devleti’nde kadınlar sosyal, kültürel ve siyasal haklardan mahrum bırakılmış, hatta nüfüs sayımında topluma bile dahil edilmemişlerdi.
Osmanlı dönemi, Cumhuriyet’in kurulus yılları ve son 18 yıldır yaşadığımız AKP dönemini daha iyi anlayabilmek için 3 Nisan 1923 gününe gidelim:
“Analar cennetten bile yücedir”
Mecliste önemli bir yasa görüşülüyor. Birinci Meclis yenilenecek ve seçime gidilecektir, yeni bir seçim yasasına gereksinim duyulmaktadır. Eski yasada her elli bin erkek nüfus için 1 milletvekili seçiliyordu. Uzun süren savaşlar yüzünden erkek nüfus iyice azalmış, elli bin sayısının yirmi bine düşürülmesi tartışılıyordu. Bolu Milletvekili Tunalı Hilmi Bey ile küçük bir grup milletvekili kadın nüfusunda sayılmasını önerdi. Öneri şok tesiri yarattı, çoğunluk erkeklik onurlarının rencide edildiğini haykırarak, gürültü çıkararak Tunalı Hilmi’yi konuşturmuyorlardı. Tunalı Hilmi Bey, “sıralara vurularak ve ahşap yer döşemesinden ayakla çıkarılan gürültüler içinde” sesini duyurmaya çalışıyor ve Meclis tutanaklarına geçen konuşmasında; “Savaşa katılan analar, erkeklerden daha çoktu… Lütfen ayaklarınızı vurmayınız… Efendiler, ayaklarınızla yere değil, kutsal analarımızın bacılarımızın başlarına vurmuş oluyorsunuz. Sizden rica ediyorum, benim anam, babamdan daha yücedir… Analar cennetten bile yücedir. (şiddetli ayak sesleri)… İzin veriniz, arkadaşlar, sizlerden analara bacılara (artan gürültüler) oy hakkı, seçilme hakkı vermenizi istemiyorum, yalnızca sayılmalarını istiyorum” diyordu. Karşıtçı milletvekillerinin başında yer alan Eskişehir Milletvekili Emin Bey, Tunalı Hilmi Bey’i; “Böyle düşünce olmaz, dinsel yasaya saygı göster, milletin duyarlılıklarıyla oynama” diye tehdit ediyor, Konya Milletvekili Vehbi Bey ise, “Bizim memleketimize bolşeviklik daha girmedi, Hilmi Bey” diye bağırarak sert tepki gösteriyordu. Seçim Yasası, kadın nüfusu değerlendirme dışı bırakarak kabul edildi ve tartışma 1923 yılı için bitmiş oldu.
Önce Cumhuriyet ilan edilmeli
Sonuç Mustafa Kemal’in kurmak istediği çağdaş Türkiye gerçeği ile tezat teşkil ediyordu. Başarı için devlet yapısını, hukuku, kadına bakışı değiştirmesi gerekiyordu ve bunu ancak kadın ve erkeğin eşit olduğu laik düzende yapabilirdi buna rağmen sessiz kaldı, meclis tartışmalarına katılmadı. Yüzyıllardır evlenme, boşanma ve miras işlerinde sözü geçmeyip, ikinci plana atılan ve mirasta hakkı yarım olan tanıklıkta “yok” sayılan, erkeğin bir sözüyle boşolan kadınları erkeklerle eşit vatandaşlık statüsüne getirmenin hassas ve zamana ihtiyacı olan bir konu olduğunu biliyordu. Önce Cumhuriyet ilan edilmeli, Meclis’in yapısı değiştirilmeli ve çıkarılan devrim yasaları ile halkı bu düşünceye alıştırmalıydı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra kadın haklarıyla ilgi yapılan devrim yasaları:
Çağdaş, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni hedefleyen Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşları kadınların toplumda eşit bireyler olması için gerekli yasal düzenlemeleri ardı ardına hayata geçirmişlerdir. 1923’te Cumhuriyetimizin kurulması ile birlikte Atatürk kadın meselesini ele almaya başlamış, Medeni Kanunun 1926 yılında kabulü ile aile hayatına yenilikler getirmiş ve kadına erkekle eşit haklar tanımıştır. Bu haklar sırasıyla;
Kadınlara seçme ve seçilme hakkı
1930’da yeni Belediye Kanunu kabul edilmesiyle kadınlara “Seçimlere katılma, belediye meclislerine üye olma, seçimlerde aday olma hakkı” ,1933 yılında çıkarılan Köy Kanunuyla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme,daha sonra 3 Aralık 1934’te Anayasadaki “her erkek Türk” ifadesi “kadın, erkek her Türk” şeklinde değiştirilmiş ve meclise kanun teklifi yapılmıştır. Ve nihayet 5 Aralık 1934’te de Türkiye Büyük Millet Meclisi kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan yasayı kabul ederek, Türk kadınına yasalar önünde erkeklerle eşit haklar verilmiştir. 1935 yılı seçimlerinde Türk kadını ilk kez seçilme hakkını da kullanmıştır, TBMM’ ne onsekiz kadın milletvekili ile girmiştir. Ve yüzde 4.5 oranında temsil edilmişlerdir..
Türkiye o günlerde, parlamentodaki kadın sayısı oranıyla dünyada ikinci sırada yer aldı.
Türkiye, Fransa, İtalya, Hırvatistan, Slovenya’dan 11, Romanya’dan 12, Bulgaristan’dan 13, Belçika’dan 14, Yunanistan’dan 15, İsviçre’den ise 36 yıl önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştır.
Bu karardan sonra Atatürk şöyle der:
“Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve liyakatle kullanacaktır.”
“O yalnız Türklerin değil, bütün Doğu’nun atası ve önderidir”
Türk Kadınına seçme ve seçilme hakkının tanınmasının sonra dünya kadınlarından gelen kutlamalar:
Türkiye kadına siyasi hak tanıyan ilk ülkelerden biri olması nedeniyle , dünya kadın hareketi üzerinde hepsinden çok etkili olmuştu. Dünyanın her yerinden, Türkiye’deki uygulama ve Mustafa Kemal için övücü açıklamalar geliyordu. Örneğin; Mısır kadın hakları savunucusu Şitti Şavari, Atatürk’ü kendi önderleri olarak görüyor ve “Türkler ona Atatürk diyor. Biz ise ona Ataşark diyoruz. O yalnız Türklerin değil, bütün Doğu’nun, özellikle kardeş Mısır’ın da atası ve önderidir” diyordu. Uluslararası Kadınlar Birliği Romanya Delegesi Aleksandrina Cantacuzene, 1935’te, “dünyada yeni bir dönem başlatan Atatürk, Türk kadınına verdiği haklarla, anayı hak ettiği yüksekliye eriştirdi. Batı’ya verdiği bu dersin unutulması mümkün değildir” derken; Avustralya Delegesi Cardel Oliver, “tüm dünyanın ilgisini üzerine çeken Türkiye, kadın hakları konusunda gerçekleştirdiği atılımlarla, birçok Avrupa ulusunu geride bıraktı. Bizi İstanbul’a getiren en büyük etken budur. Tüm dünya kadınları, Türk kadınının bugünkü haklarına erişebilirse, kendilerini gerçekten şanslı sayacaktır” diyordu. İngiliz Daily Telegraph Gazetesi ise, şu yorumu yapıyordu. “Kadınlar, hiçbir ülkede, Türkiye’deki kadar hızlı ilerlememişlerdir. Bir ulusun bu düzeyde değişmesi, tarihte gerçekten eşi olmayan bir olaydır.”
Günümüzde Türk kadını hayatta kalma mücadelesi veriyor
Bütün dünyanın o zamanlar hayran kaldığı Türk kadınlarının elde ettiği haklar ve eşit birey olarak toplumda yer almalarının ardından 86 yıl sonrasında, günümüzde Türk kadını maalesef hayatta kalma mücadelesi vermektedir.
2010 yılında kurulan bu tarihten itibaren ilk defa kadın cinayetleri ile ilgili verileri kamuoyu ile paylaşan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2020 raporuna bir göz atalım:
Platformun raporuna göre 2019 yılında 474 kadın cinayeti tespit edildi.Ocak-Ekim 2020 tarihleri arasında 246 kadın cinayeti, 151 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Bir kadının hangi bahaneyle öldürüldüğünü belirleyememe, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin görünmezliğinin bir sonucudur. Kadınları kimin ve neden öldürdüğü belirlenemese de; adil bir yargılama yapılmaması ve şüpheliler, sanıklar ve katiller caydırıcı cezalar almadığı veya önleyici tedbirler uygulanmadığı sürece, şiddet devam eder, sadece aldığı şekli değiştirir.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık, şiddet ve kadın cinayetleri
Platformun raporunda ayrıca Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan verilere de yer verilmiştir.Buna göre, “ev işi yapan” kadın sayısı bu ay bir önceki yıla göre 1 milyon 285 bin azaldı. Böylece Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, işgücü olarak bile kabul edilmeyen kadın sayısı Temmuz 2020’de 10 milyon 201 bine ulaştı. TÜİK’in verileri bu şekilde açıklaması, kadın işsizliğin gerçek boyutunu örtbas etme çabasıdır. Çalışma hayatına alınmayan veya işten çıkarılmayan kadınlar, cinsiyete dayalı ayrımcılık, şiddet ve kadın cinayetinin tehlikelerine karşı daha savunmasız hale gelmektedir diyor.
Platformunda üzerinde önemle durduğu konu; kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadın cinayetlerinin durdurulmasi için İstanbul Sözleşmesi’inin 6284 Sayılı Koruma Kanunu kapsamında tüm önleyici ve koruyucu tedbirlerin eksiksiz uygulanması . 6284 sayılı yasa, kadınları korumak ve şiddeti önlemek için çıkarılan İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasından sonra mümkün oldu. Platform,kadınlarımızın yılmadan cesurca yaptığı mücadele neticesinde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmaları sona erdi açıklamasını yaptı.
Ortaçağ karanlığına dönmek isteyen zihniyet:
Kadına şiddetin, tacizin, cinayetlerinin ve mahalle baskısının korkunç derecede arttığı özellikle son 18 yılda; kadına yapılan bu baskı ve şiddetle toplumun susturularak esas olarak Cumhuriyet’in hedef alındığı bir noktadayız. Çünkü Cumhuriyet en önemli devrimlerini kadın hakları üzerinde yapmıştır. Bu yüzdendir ki ortaçağ karanlığına götürülmek istenilen bir toplum ancak ve ancak kadınların susturulmasıyla gerçekleştirilir. Ne acıdır ki , son yıllarda ülkemizde planlanan ve hayata geçirilmek istenen oyun da budur. Müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesi de çocuk gelinlerin ve çok eşliliğin artmasına yol açacaktır. En önemlisi Medeni Kanun zedelenmiştir.
Kadınlar olarak görüyoruz ki sorun zihniyet sorunudur. En üst makamlardakilerin kadına yönelik kullandığı dil sorunudur ve en önemlisi de artık laik eğitimin ortadan kaldırılmış olmasıdır. Kadınlarımızı eğitmedikçe, aydınlatmadıkça, toplumun aktif ve eşit bireyleri olamazlar. Kendilerine verilen hakların önemini kavrayamazlar seçme ve seçilme hakkı da seçim zamanlarında sandığa oy atmakla sınırlı kalır ki o da genelde ya eşlerinin ya da babalarının tercihleridir .
Türkiye Cumhuriyeti kadınları, kaybetmekte olduğu kadın haklarını, eşitlik savaşını ve yaşama hakkını anayasal haklarını kullanarak yılmadan, korkmadan örgütlenerek birbirini bilinçlendirerek ve dahi sahip çıkarak kendi mücadeleleriyle geri alacaktır.