Krizin derinleştiği dünyadaki tüm ülkelerde ya siyasal dinciliğin ya ondan bağımsız veya onunla kol kola girmiş milliyetçiliğin ya da ırkçılığın yükseldiğini söyleyen yazar Erdoğan Aydın, “Örneğin; İngiltere, Almanya kadar güçlü bir göçmen basıncı altında olmadığı halde burada da sağ, popülist, faşizan, ırkçı eğilimlerin hızla mevzi kazandığını görüyoruz” dedi.
Day-Mer’de düzenlenen ‘Faşizmin Küresel Yükselişi ve Faşizme Karşı Mücadele’ konulu panelde konuşan yazar Erdoğan Aydın, faşizmin, dünyayı eşitlik ve adalet yönünden değiştirmek isteyen kitleler açısından son dönemin en önemli gündem konusu haline geldiğini söyledi. Erdoğan Aydın, “Dolayısıyla bu sorunun çözümü noktasında daha fazla mesai harcamamız, bu süreci daha derinden anlayıp, nasıl karşı geleceğiz konusunda akıl birliği ve dayanışma sergilememiz gerekiyor” dedi.
“Birlikte bugünü ve geleceği kurma iradesi, çabası sergilememiz gerekiyor” diyen Aydın, aksi takdirde bu gidişatın, sol kesimler için daha kötü bir dünya anlamına geleceğini ve kendileriyle birlikte olması gereken pek çok işçi, genç, kadın ve küçük burjuvayı da faşizan örgütlerin parçası yapacağını kaydetti.
Yazar Erdoğan Aydın şöyle devam etti:
“Son 15-20 yıllık sürece baktığımızda küresel çapta iki eğilimi görüyoruz. Bunlardan bir tanesi; eşitsizliğin, hak ihlallerinin alabildiğine derinleşmesi. Bununla aynı zamanda, ne yazık ki faşizan eğilimlerin; sağ popülizm, otoriterlik, totaliterlik, faşizm, ırkçılık, dincilik ve benzer kimlikler altında dünyanın neredeyse her yerinde ciddi manada yükseldiği bir gerçeklik karşısındayız. Bu öyle bir durum ki; Türkiye, Hindistan, Filipinler, Brezilya, bazı Latin Amerika ülkelerinin yanı sıra gelişmişlikte daha geri ülkelerde, aynı zamanda kıta Avrupası başta olmak üzere emperyalist ülkelerde bile kendisine ciddi taban bulabilen toplumsal bir durumla karşı karşıyayız.
“ÇOK CİDDİ GERİYE ÇEKİLME SÜREÇLERİ YAŞANDI”
Normal koşullarda teorik bilgimiz, dünyayı kavrama biçimimiz, bize aslında adaletsizliğin arttığı oranda başta işçi sınıfı olmak üzere dünyanın mağdurlarının, ezilenlerinin kendi sınıfsal ve ulusal bilincine ulaşacakları ve bunun üzerinden de adalet için bir toplumsal dinamizm, toplumsal temel olacağı doğrultusundadır.Fakat bugünkü mevcut duruma baktığımızda ne yazık ki gördüğümüz tablo bu yönde bir gelişmeye işaret etmiyor.Tam tersine, özellikle 1990’da sosyalizm adına kurulmuş olan rejimlerin çöküşü arkasından dünya çapında eşitsizlik, adaletsizlik hızla büyüdü, sosyal devletler hızla tasfiye edildi, bağımsızlık ve demokratikleşme eğilimi,kalkınmacılık ve benzerleri hızla geriledi. Yüzünü sosyalizme, demokrasiye diken toplumsal dinamiklerde belirgin bir şekilde geriye dönüş, çözülme süreçleri yaşanmaya başladı. Yani, bizim dünkü teorik birikimimiz çerçevesinde rahatlıkla açıklanabilir olmayan bir tablo karşısındayız. Dolayısıyla bunun nedenleri üzerinde daha fazla enerji harcamamız gerekiyor. Kendi adıma, mevcut durumu değiştirecek, yeniden olması gerektiği gibi ezilenlerin, mağdurların hak mücadelesine yönelebilecekleri bir atmosfere katkı yapabilme şansını da gösteremediğimizi düşünüyorum.1990 yılını esas alacak olursak, bir hayli uzun zamana dair konuştuğumuzu da tespit etmek zorundayız. Dünyanın değişik zamanlarında değişik ülkelerinde 5-10 yıl süren çok ciddi geriye çekilme süreçleri yaşandı. Ancak bu sefer ki durumun daha derin olduğunu soğukkanlılıkla saptamamız gerekiyor. 2020’ye geldiğimiz bu tarihi esas alırsak, 30 yıla dayanan hem eşitsizliğin yükseldiği hem de geriye çekilmenin, ırkçı, dinci ve benzeri eğilimlerin, sağ popülizmin, faşizmin, ırkçılığın güç biriktirdiği ve güç biriktirmeye de ne yazık ki devam ettiği bir tablo ile karşı karşıyayız.
“MEVCUT TABLOYU TERSİNE ÇEVİREMEZSEK…”
Eğer mevcut tabloyu tersine çevirecek bir irade ortaya konulamazsa, korkmalıyız ki önümüzdeki on yıllarda, küresel çapta savaşlar da dahil olmak üzere, muhaliflerin örgütlenme imkanlarının kısılması, fiili sokak saldırganlıklarının, paramiliter örgütlerin, dinci, milliyetçi bölünmelerin ve saflaşmaların daha güç kazanabilme ihtimali yüksek.
Hiç kuşkusuz işaret ettiğim bu kötümserlik, kaygı ve korku, mutlak bir gelişmeye işaret etmez. Yarından başlayarak çok ciddi bir ters dalganın gelmesi ihtimali de gündemde.Dönem dönem dünyanın değişik ülkelerinde ve Türkiye’de Gezi’de olduğu gibi küreselleşme karşıtı eylemler, Fransa’daki sarı yelekliler, bir dizi kitlesel patlamaların da gerçekleşmesi, aslında bu sürecin doğal bir parçası.
“KÜRESEL BİR DALGAYA DÖNÜŞEMİYOR”
İyi bir tahlil yapacak olursak, söz konusu kitlesel patlamaların ve demokratik atılımların önemli problemleriyle de karşı karşıyayız. Şöyle ki; bu ayaklanmalar, başkaldırılar ve direnişlerin küresel bir dalgaya dönüşemiyor. Bu ayaklanmaları besleyecek, birbirleriyle ilişkilendirecek ve onlara gelecek ufku, ütopyası, özgüveni, kalıcılığı, istikrarı sağlayacak ulusal ve küresel örgütlenmeler yok. Dolayısıyla dünyanın farklı yerlerinde olan bu tek tek toplumsal patlamalardan hareketle, örneğin Arap Baharı arkasından pek çok devrimci dergide yazılanları da tekrar okuyarak, aslında bugün yaşamakta olduğumuz sorunun, tek tek patlamalardan sonra ‘devrim geliyor, sosyalizm yeniden’ umudunu diri tutmak çok önemli. Ancak yaşadığımız süreçte bu tek tek ayaklanmaların içten içe çürütülmesine neden olan ciddi rüzgarlar, eğilimler olduğu gerçeğiyle de yüzleşmek zorundayız.
Yunanistan’da; işçi hareketinin direniş, grev ve ayaklanmaları üzerinden giderek farklı farklı perspektifteki sosyalistlerin bir araya gelmesiyle iktidar ele geçirildi. Bu yolla en azından iktidarın ele geçirilebileceği çok kıymetli bir deney ortaya çıkartıldı. Fakat iktidar sonrasında yine küresel sermayenin saldırısı karşısında geri çekilmelerin yaşandığını gördük.Yeni dünya düzeninin ciddi bazı değişiklikleri içerdiğini ise göremedik.
“TOPLUMSAL EROZYON YAŞANDI”
Sovyetler Birliği’nin şahsında yaşadığımız çözülme, halklarda, işçi sınıflarında, sosyalizme hızla yönelebilen gençlikte, ‘Yoksa bu iş olamaz mı?’ gibi bir ruh hali ve bu ruh halinin beraberinde getirdiği hızla liberal bir savrulma, hızla kimliklere yönelik bir savrulma, hızla içe kapanma, bireysel alanda kendini hapsetme ve her türlü toplumsal değere sırtını dönme gibi toplumsal bir erozyon yarattı.
İkinci bir faktör daha var. Adına küreselleşme denilen, dönemin aslında bir önceki dönemden farklılıklar içerdiğini, örneğin sadece Sovyetler’in çözülmesi değil, aynı zamanda sermayenin önündeki engellerin, her türlü gümrük duvarı da dahil olmak üzere çözülmesi, bunun yerine sermayenin sınırsız şekilde dolaşabilmesi, dolayısıyla ulusal ekonomileri hızla çökertebilecek bir inisiyatif elde etti.
KRİZİN DERİNLEŞTİĞİ ÜLKELERDE…
Krizin derinleştiği dünyadaki tüm ülkelerde ya siyasal dincilik ya ondan bağımsız veya onunla kol kola girmiş milliyetçilik, ya da ırkçılık faktörlerinin yükseldiğini görüyoruz.Örneğin; İngiltere, Almanya kadar güçlü bir göçmen basıncı altında olmadığı halde burada da sağ, popülist, faşizan, ırkçı eğilimlerin hızla mevzi kazandığını görüyoruz. 8 Mart ve 1 Mayıs’ları kurumsallaştırmış, devrimsel atılımlar gerçekleştirmiş, sosyalizm davasına milyonlarca insanı seferber etmiş, olağanüstü grevler gerçekleştirmiş İngiliz işçi sınıfının hali ise gerçekten iç burkucu durumda.
“GERÇEKÇİ OL İMKANSIZI İSTE”
Che Guevara’nın dediği gibi, “Gerçekçi ol imkansızı iste.” İmkansızı mümkün kılmak, kendi ütopyamızı gerçekleştirmek dün daha kolaydı. Çünkü dün, bu ütopyayı destekleyen aşağıdan yukarıya dinamikler kendiliğinden fışkırıyordu. Kah işçi sınıfı, kah 68 kuşağında gördüğümüz öğrenci patlamaları, Çin devrimi, feodal ve yarı feodal ülkelerde gördüğümüz köylü patlamaları, 70’lerde sadece işçi ve öğrenci hareketleri değil Türkiye’nin kırsal alanlarında üstelik de sadece eşitlikçi bir tarih perspektifi olan Alevilerin şahsında değil Sünni kesimden de ciddi bir sosyalist yönelim vardı.Şimdi bütün bunlardan yoksunuz. Dolayısıyla ütopyamızı yeniden, uygulanabilir, imkanlı hale getirebilmek için mutlaka karşı karşıya olduğumuz tablonun ciddiyetini anlamalıyız.
İçinde bulunduğumuz dönem bize gösterdi ki; salt işçi sınıfına yapılacak yığınakla, kendimizi salt işçi söylemiyle sınırlayan ve hedef olarak da doğrudan sosyalizm ve devrimi koyan bir perspektifle toplumun işleyen kesimlerine ulaşamıyoruz. Son 30 yıllık deneyde bu anlaşıldı. Bugünkü mevcut duruma karşı ne kadar erken harekete geçersek o kadar iyi. Dolayısıyla yangın alarmı içinde olmalıyız.