Egemen Tarihçilik Günümüz Siyasetçilerine Boyun Eğmemizi İstiyor

Tarihin; matematik ya da fizik gibi ‘iki çarpı iki, eşittir dört’ kuralıyla anlatılamayacağını söyleyen yazar Erdoğan Aydın, “Psikolojiler, savaşlar gibi konular olduğunda tarih, bugünkü durumdan ve gelecekteki isteklerimizden hareketle yeniden irdelenip yazılırsa işlevseldir” dedi.

Day-Mer’de düzenlenen ‘Faşizmin Küresel Yükselişi ve Faşizme Karşı Mücadele’ konulu panelde konuşan yazar Erdoğan Aydın, panel sonrası Haber Gazetesi’ne çeşitli açıklamalar yaptı. Aydın’ın konuşmasından satır başlarını sizler için derledik:

SORGULANMAYAN TARİH HİÇBİR İŞE YARAMAZ

Tarihçilik matematik veya fizik gibi bir ders değildir. Tarih gibi beşeri toplumsal bilim dallarında, iki çarpı iki dört etmez, e= mc2 değildir. Psikolojiler, savaşlar gibi konular olduğunda tarih, bugünkü durumdan ve gelecekteki isteklerimizden hareketle yeniden irdelenip yazılırsa işlevseldir. Oysa egemen tarihçilik;  geçmişin hukuk tanımayan koşullarını günümüz içinde meşrulaştırmaya ve günümüz siyasetçilerini Abdulhamit ya da Yavuz Sultan Selim gibi, karşısında boyun eğmemiz gereken bir konuma yükseltmeye çalışıyor. Ancak tarih geçmişi, geçmişin hak ihlallerini, fetihlerini, işkencelerini, katliamlarını sorgulayamacaksa, hiçbir işe yaramaz.

DOĞRU YURTTAŞLAR OLMAK İÇİN TARİHE BAKMAK GEREK

Avrupa’da sosyal, siyasal ve eleştirel tarihçilik çok daha yaygın bir disiplin. Ben ve benim gibi tarihçiler de bunu yaparak, tarihten bir ders almaya ve bugün kendimize ve çocuklarımıza daha güvenli bir dünya inşa edecek bir bilinç oluşturmaya çalışıyoruz. Bu nedenle benim kitaplarıma karşıtım olan kitaplarla kıyaslayarak bakıldığında görülecektir ki, ben ve benim gibi tarihçiler; üstü örtülmeye, kılıflanmaya çalışılan gerçekleri açığa çıkaran bir iş yapıyoruz. Bu nedenle tarih üzerine düşünmenin ve tartışmanın çok önemli olduğunu, doğru yurttaşlar ve iyi ebeveynler olabilmemiz için mutlaka dönüp tarihe yeniden bakmamız gerektiğini özellikle hatırlatmak ihtiyacı hissediyorum.

AKP YERİNİ SAĞLAMLAŞTIRMAK İÇİN AB REFORMLARINA YÖNELDİ

AKP’nin iktidara geldiği dönem, bir hayli zayıf ve devlet tarafından ötekileştirilmiş bir siyasal geleneği temsil ediyordu. Referanslar ve kurumlarla doğrudan bir çatışmaya girmeden, devlet içinde bir kurumlaşma arayışı vardı. Bu da liberallerin desteğine duyulan olağanüstü ihtiyacı ortaya çıkarıyordu. Hem sosyal hem de sermaye açısından Avrupa reformları üzerinden güç odaklarının desteğini almak gerekiyordu. Yapabilecekleri sınırlıydı. O günkü AKP kayıtlarına baktığınızda, AB reformlarını uygulamaya ve Türkiye’yi ileri götürmeye çalışan bir işlev görebilirsiniz. Bu onların ilerici bir çizgiye sahip olmasından kaynaklanmıyordu. İktidara yerleşebilmek, orada kendine alan açabilmek, bu alanı pekiştirebilmek ve uluslar arası destekleri çoğaltabilmek için atılan adımlardı.

İKTİDARA YERLEŞTİKTEN SONRA FABRİKA AYARLARINA GERİ DÖNDÜ

Şunu da söylemek lazım: Bir dönem gerçekten Kürt açılımı, çözüm süreci, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanabilmesi gibi ileriye yönelik önemli hamleler gerçekleşmişti. Bunların hakkını teslim etmeliyiz. Örneğin geçmiş devlet kadroları; Türkiye’de bir Alevi sorunu olduğunu kabul etmiyordu ve Alevi eksenli dernekler bölücülük gerekçesiyle kapatılıyordu. Kürt sorunu adı altında çözülmesi gereken bir sorunun varlığı görmezden geliniyordu. 1 Mayıs kategorisi yasak baskısı altındaydı ve şehrin meydanları emekçilere kapatılmıştı. Oysa meydanlar, demokrasilerde temel göstergedir. 2014 yılına kadar, AKP’nin hâlâ Türkiye’yi ileriye taşıyacak imkanı, vizyonu ve duruşu vardı, ama karşımızda ilerici, demokratik bir durumdan faydalanmaya çalışan bir yapı vardı. İktidara gerçek anlamda yerleşip, özgüvenini perçinlendiği andan itibaren, adeta sanki zıddına dönüşerek, geçmişine, fabrika ayarlarına geri dönen, İslamcı referanslarla şekillenen bir AKP iktidarı ortaya çıktı.

ÇÖZÜLME SÜRECİNE GİRDİ

Bugün 17 yılın sonrasında AKP iktidarında, 2002’de olduğu gibi, Türkiye’nin ekonomik sorunları ve uluslar arası ilişkileri çözülemiyor. Türkiye’nin temel demokratikleşme sorunlarını çözemeyen AKP, adeta bir taş gibi ülkenin üzerinde oturuyor. Artık geldiğimiz noktada AKP’nin nasıl olacağını bilmiyorum, ama bir şekilde çözüleceği ve iktidarsızlaştıracağı bir sürece girmiş olduğunu düşünüyorum. Toplumsal olaylarda zamanlama önemlidir, ama artık Türkiye’nin ekonomisini çözme ihtimalini kaybetmiş, diğer konularda ise rahat nefes alma ihtimalini tümüyle ortadan kaldırmış bir iktidar olarak çözünmesi kaçınılmaz. Üstelik bu durum; Türkiye’nin petrolü, sermayesi, yetişmiş insan kadrosu ve uluslar arası dayanaklar açısından baktığımızda daha kaçınılmaz olarak öne çıkıyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde, AKP iktidarının çözülme süreci bizi bekliyor.

İSTANBUL’U KAYBEDEN OTORİTE, TÜRKİYE’Yİ DE YÖNETEMEZ

Güncel konulara bakarsak, reddedilen YSK kararı ile, aslında alenen Türkiye’deki mevcut seçim geleneğini inkar ederek yaptırmaya çalıştıkları İstanbul seçimini görüyoruz. Büyük bir olasılıkla çok ciddi bir sorun ve provokasyonla karşılaşılmazsa veriler göstermektedir ki, bir önceki seçimde 13-30 bin arasındaki İmamoğlu lehine gözüken farkın, bu kez en az 150 binlik veya çok daha yüksek bir farkla yine İmamoğlu lehine sonuçlanacaktır. Fakat bu gelişmenin önünde hepimizi kaygılandıran ve örneğini 7 Haziran 2015 seçiminden sonra gördüğümüz bir süreç var. Böyle bir şey olmaz ve seçim sükunetle gerçekleşirse, İstanbul, İmamoğlu’nun şahsında artık iktidarın geriye atıldığı bir sürece girecektir. Ben bunun Türkiye’nin tıkanmış olan yaşam borularının yeniden açılmasında büyük bir imkan olduğunu düşünüyorum. İkinci sefer yenilenen seçimi kaybeden bir iktidarın, mevcut politikasını sürdürmeye devam etmesi veya sürdürecekse de iktidarda kalabilmesi imkansızdır. Çünkü İstanbul, Türkiye’nin kalbidir; Türkiye’nin katma değer üretim merkezidir. Böyle bir kalbi kaybeden otoriter bir siyasetin artık Türkiye’yi yönetebilme ihtimali söz konusu değildir. Dolayısıyla bu durum Türkiye’nin geleceğine dair ciddi bir umut ışığı üretecektir.

TÜRKİYE, ERKEN SEÇİME GİDEBİLİR

Bir ülkenin sorunları çözme kapasitesi ile ülke halkının geleceğe dair umut üretebilme kapasitesi arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Türkiye yetişmiş beyinlerini hızlıca Avrupa’ya kaptıran, sermaye bulmakta zorlanan ve krizdeki Yunanistan’dan, Arjantin’den bile dört kat daha yüksek faizle kredi bulmak durumuna düşen bir ülke haline geldi. Böyle bir ülkenin, hele Türkiye gibi orta gelişmişliğin üst düzeylerinde olduğu bir ülkenin bu şekilde yönetilebilmesinin imkanı yoktur. Dolayısıyla yasadışı şekilde seçimi yenileten iradenin kaybetmesi halinde Türkiye’de değişim çok daha hızlı olacaktır. Türkiye, çok da uzak olmayan bir zaman içinde erken seçim ile karşı karşıya kalabilir.